Hekimler için Sosyal Medya Etiği
Sosyal Medya kullanmayanımız var mı? Bu soru, bugün için saçma bile
sayılabilir. “Elbette” demeyecek kaç kişi çıkar ki? Kullanmak ne
kelime, birçoğumuz uyandığımız anda “tiryaki” gibi telefonlarımıza
sarılıyor ve ilk işi olarak “neleri kaçırdığımıza” b...
18 Minuten
Podcast
Podcaster
Beschreibung
vor 3 Jahren
Sosyal Medya kullanmayanımız var mı? Bu soru, bugün için saçma bile
sayılabilir. “Elbette” demeyecek kaç kişi çıkar ki? Kullanmak ne
kelime, birçoğumuz uyandığımız anda “tiryaki” gibi telefonlarımıza
sarılıyor ve ilk işi olarak “neleri kaçırdığımıza” bakıyoruz.
Endonezya’da yaşanan 4 şiddetindeki bir depremi, Twitter’da troll
ordularının kıran kırana tutuştukları günün “meydan savaşı”nı
kaçırsanız kişisel veya profesyonel hayatınızda hiçbir şey
kaybetmeyeceğinizi bilmenize rağmen, takip edemeyeceğinizi
düşününce bile ödünüz kopuyor olmalı. Bu durumun bir adı bile var:
FOMO. İngilizce açılımıyla “Fear of Missing Out”, Türkçesi ile
“olan biteni kaçırma korkusu”... Bu bağımlılık; size, bize özel bir
durum değil. Milyar dolarlarla oynayan sosyal medya şirketlerinin
deney laboratuvarında, hassas ölçümler ve “aralıklı olumlu
pekiştirme”yi de içeren sürekli geri beslemelerle hazırlanan devasa
projelerin gönüllü denekleriyiz sonuçta. Twitter hesabım 2009
yılından beri 12.000’den fazla mesaj paylaştığımı söylüyor örneğin.
Web ile uğraşanlar onaylayacaktır; fotoğrafıyla, videosuyla,
beğenisiyle, hesap hareketleriyle, internette sadece bir kişinin
verisini saklamak bile ciddi bir maliyet. Twitter bunu 2021 yılı
itibariyle 206 milyon hesap için ücretsiz olarak her gün yapıyor
(Türkiye, en çok Twitter hesabı olan 7. ülke). Kimsenin kimseyi
bedava bir şey vermeyeceği bir dünyada, ne kadar iyiliksever
şirketler var, değil mi? Sosyal medyanın ortaya çıktığı erken
dönemde; kuralsız, kanunsuz, sınırsız bir dünyanın kapılarının
açıldığını sanan kitleler, gerçek hayatta eksik hissettikleri her
şeyi, internet üzerinde yapabileceklerine inandı(rıldı)lar.
İnternetin ve takip eden dönemde sosyal medyanın en büyük sloganı
ve "reklam yüzü" buydu çünkü: “Özgürsünüz.” İnternetin tarihi
üzerine kısa bir okuma yapmak bile, bunun en hafif söyleyişle eksik
ve naif bir ifade olduğunu gösterecektir kuşkusuz. Evet, ABD
savunma sistemi için geliştirilen ARPANET'ten köken alan
internette, hiç bir denetime takılmadan (!) istediğinizi söylemekte
ve yapmakta özgürsünüz. Ancak bir takım sonuçlarına katlanmak
kaydıyla… Tıpkı gerçek hayattaki gibi… Hatta ondan da fazlası…
Gerçek hayatta ağzınızdan çıkan bir kelimeyi geri alamasanız bile,
muhatabınızdan özür dileyebilir veya ne demek istediğinizi uzun
uzun anlatabilirsiniz. Televizyonda izlediğiniz reklamlar, belli
yasalar çerçevesinde kontrol ediliyor. Telefon kayıtlarınızın
incelenebilmesi için mahkeme kararı gerekiyor. Ancak yasal
düzenlemelerden kaçmak için, kendilerini “medya” veya “iletişim”
şirketleri değil, “teknoloji” şirketleri olarak sunan sosyal medya
şirketleri; sizi yaşadığınız devletten, hatta ailenizden bile daha
iyi tanıyor. Yapılan bir çalışma, sosyal medya şirketlerinin sadece
300 beğeninize bakarak sizi eşinizden bile daha iyi
tanıyabildiklerini gösteriyor. İnternette paylaştığınız bir şey, o
ışıltılı “Gönder” tuşuna bastığınız andan itibaren artık sizin
dışınızda herkesin malı haline geliveriyor. Silseniz de silinmiyor,
derdinizi anlatmaya kalksanız da dinleyen bulunmuyor. Bir anda
hedef haline gelip, sizi tanımayan ve hiçbir zaman da tanımayacak
olan yüz binlerce kişinin öfkesine maruz kalabiliyorsunuz. İnsanlar
önce vuruyor, sonra “Kim bu?” diye soruyor. Sosyal Medya ve Tıp Bu
çok uzun girişi neden yaptık? Çünkü işin aslı her gün kullandığımız
bu “ürünlerin” ne olduğu ve nasıl kullanılacağı üzerine hiç birimiz
eğitim almadık. Bugün tıp fakültesine başlayan bir gencin, daha
küçük yaşlardan beri kullandığı bir sosyal medya hesabının olmaması
mümkün görünmüyor. Daha ileri yaşta olanlar bile kendini akıp giden
bir girdabın içinde buldu ve süreç boyunca gördüğümüz şeyleri
hepimiz “kural” sanıp içselleştirdik. Yeni bir platform
kurulduğunda, şöyle bir ortama bakıyor; orada “ne gidiyorsa”, ona
göre bir profile bürünüyoruz. Buna bütünüyle engel olmaya çalışmak
“feasible” değil. Sonuçta, eti tokatlayarak servis eden, şırdanı
bir lokmada yutarak reklamını yapan bir esnaf; toplum tara...
sayılabilir. “Elbette” demeyecek kaç kişi çıkar ki? Kullanmak ne
kelime, birçoğumuz uyandığımız anda “tiryaki” gibi telefonlarımıza
sarılıyor ve ilk işi olarak “neleri kaçırdığımıza” bakıyoruz.
Endonezya’da yaşanan 4 şiddetindeki bir depremi, Twitter’da troll
ordularının kıran kırana tutuştukları günün “meydan savaşı”nı
kaçırsanız kişisel veya profesyonel hayatınızda hiçbir şey
kaybetmeyeceğinizi bilmenize rağmen, takip edemeyeceğinizi
düşününce bile ödünüz kopuyor olmalı. Bu durumun bir adı bile var:
FOMO. İngilizce açılımıyla “Fear of Missing Out”, Türkçesi ile
“olan biteni kaçırma korkusu”... Bu bağımlılık; size, bize özel bir
durum değil. Milyar dolarlarla oynayan sosyal medya şirketlerinin
deney laboratuvarında, hassas ölçümler ve “aralıklı olumlu
pekiştirme”yi de içeren sürekli geri beslemelerle hazırlanan devasa
projelerin gönüllü denekleriyiz sonuçta. Twitter hesabım 2009
yılından beri 12.000’den fazla mesaj paylaştığımı söylüyor örneğin.
Web ile uğraşanlar onaylayacaktır; fotoğrafıyla, videosuyla,
beğenisiyle, hesap hareketleriyle, internette sadece bir kişinin
verisini saklamak bile ciddi bir maliyet. Twitter bunu 2021 yılı
itibariyle 206 milyon hesap için ücretsiz olarak her gün yapıyor
(Türkiye, en çok Twitter hesabı olan 7. ülke). Kimsenin kimseyi
bedava bir şey vermeyeceği bir dünyada, ne kadar iyiliksever
şirketler var, değil mi? Sosyal medyanın ortaya çıktığı erken
dönemde; kuralsız, kanunsuz, sınırsız bir dünyanın kapılarının
açıldığını sanan kitleler, gerçek hayatta eksik hissettikleri her
şeyi, internet üzerinde yapabileceklerine inandı(rıldı)lar.
İnternetin ve takip eden dönemde sosyal medyanın en büyük sloganı
ve "reklam yüzü" buydu çünkü: “Özgürsünüz.” İnternetin tarihi
üzerine kısa bir okuma yapmak bile, bunun en hafif söyleyişle eksik
ve naif bir ifade olduğunu gösterecektir kuşkusuz. Evet, ABD
savunma sistemi için geliştirilen ARPANET'ten köken alan
internette, hiç bir denetime takılmadan (!) istediğinizi söylemekte
ve yapmakta özgürsünüz. Ancak bir takım sonuçlarına katlanmak
kaydıyla… Tıpkı gerçek hayattaki gibi… Hatta ondan da fazlası…
Gerçek hayatta ağzınızdan çıkan bir kelimeyi geri alamasanız bile,
muhatabınızdan özür dileyebilir veya ne demek istediğinizi uzun
uzun anlatabilirsiniz. Televizyonda izlediğiniz reklamlar, belli
yasalar çerçevesinde kontrol ediliyor. Telefon kayıtlarınızın
incelenebilmesi için mahkeme kararı gerekiyor. Ancak yasal
düzenlemelerden kaçmak için, kendilerini “medya” veya “iletişim”
şirketleri değil, “teknoloji” şirketleri olarak sunan sosyal medya
şirketleri; sizi yaşadığınız devletten, hatta ailenizden bile daha
iyi tanıyor. Yapılan bir çalışma, sosyal medya şirketlerinin sadece
300 beğeninize bakarak sizi eşinizden bile daha iyi
tanıyabildiklerini gösteriyor. İnternette paylaştığınız bir şey, o
ışıltılı “Gönder” tuşuna bastığınız andan itibaren artık sizin
dışınızda herkesin malı haline geliveriyor. Silseniz de silinmiyor,
derdinizi anlatmaya kalksanız da dinleyen bulunmuyor. Bir anda
hedef haline gelip, sizi tanımayan ve hiçbir zaman da tanımayacak
olan yüz binlerce kişinin öfkesine maruz kalabiliyorsunuz. İnsanlar
önce vuruyor, sonra “Kim bu?” diye soruyor. Sosyal Medya ve Tıp Bu
çok uzun girişi neden yaptık? Çünkü işin aslı her gün kullandığımız
bu “ürünlerin” ne olduğu ve nasıl kullanılacağı üzerine hiç birimiz
eğitim almadık. Bugün tıp fakültesine başlayan bir gencin, daha
küçük yaşlardan beri kullandığı bir sosyal medya hesabının olmaması
mümkün görünmüyor. Daha ileri yaşta olanlar bile kendini akıp giden
bir girdabın içinde buldu ve süreç boyunca gördüğümüz şeyleri
hepimiz “kural” sanıp içselleştirdik. Yeni bir platform
kurulduğunda, şöyle bir ortama bakıyor; orada “ne gidiyorsa”, ona
göre bir profile bürünüyoruz. Buna bütünüyle engel olmaya çalışmak
“feasible” değil. Sonuçta, eti tokatlayarak servis eden, şırdanı
bir lokmada yutarak reklamını yapan bir esnaf; toplum tara...
Weitere Episoden
8 Minuten
vor 1 Jahr
10 Minuten
vor 1 Jahr
17 Minuten
vor 1 Jahr
22 Minuten
vor 1 Jahr
16 Minuten
vor 1 Jahr
In Podcasts werben
Kommentare (0)